İstanbul kenti, hep gizem doludur. Herkesin merak ettiği ve Batı'da her zaman bir "Şark" kenti gibi hayal edilen dünyanın incisidir İstanbul. Nüfusunun aldığı göçlerle büyük bir hızla arttığı ve bu nedenle de coğrafi sınırlarının da ha bire genişlediği kocaman bir kent.
Bakmayın siz onun onca yıpratıldığına. O bizim gibi gerçek İstanbul sevdalılarının gözünde, ne kadar yaşlanırsa yaşlansın, ne kadar bozulursa bozulsun gözümüzde ve gönlümüzde değişmeyen sevgilimiz gibidir: Hiç değişmez.
Daha önceki yazılarımda da sizlere belirtmiştim, benim için İstanbul demek tarihi Suriçi'nde kalan İstanbul ve Boğaziçi kıyılarındaki şirin yerleşimlerdir. Ben gerçek İstanbul'u hep buralarda aradığımdan, gerisini hiç umursamıyorum bile. Bakırköy, Kadıköy, Kartal, Pendik... betonlaşıyormuş. Betonlaşacak tabi. Yoksa bu kadar göçü nereye yerleştireceğiz? Allah korusun ya göçlerin tamamı Suriçi bölgesine yapılsa daha mı iyi olurdu?
Onun için, elden geldiğince Suriçi tarihi İstanbul'unu ne olur koruyalım. Ve bu sözcükler laf olsun diye de yazılmamaktadır. İstanbul'un çekirdeğini oluşturan Suriçi bölgede neredeyse iki bin beş yüz yılın geçmişi yatmaktadır. Canımız sıkıldığında, eski İstanbul'u koklamayı özlediğimizde, alırız elimize fotoğraf makinamızı, dalarız Haliç'in kıyılarına. Fener, Balat, Ayvansaray'ı karış karış gezeriz. Ara sokaklara dalarız. Nice eski sokaklarda, nice eski yapılarla karşılaşırız. Dönemlerinin mimari ve sanatsal her türlü özelliğini bizlere sunan nice yapılar.
Ya insanları? Kökleri yüzyıllar öncesi dışardan gelen mahalle sakinleri hâlâ İstanbul'un kültüründen yararlanamamış ve hâlâ kendilerini geldikleri topraklarda sanan çoğunluğu yoksul ya da orta sınıf insanlar. Yaşam tarzları, yürüyüşleri, konuşmaları, eğlence kültürleri kendilerine özgü insanlar. Suriçi İstanbul'unun insanları bugün bile, sur dışında kalan insanlardan çok farklıdır.
Tüm bu coğrafyanın içinde, tarihte sur dışında kalan, ama, tarihi ve mistik İstanbul'u en güzel anlatan bir başka semt vardır: Eyüp.
Ne yazık ki son yıllarda Eyüp alabildiğince bozuldu. Önünden, sağından, solundan, üstünden bir sürü yeni yollar açıldı. Bu yollar açıldıkça da ne yazık ki Eyüp semtinin tarihi dokusu yok edildi. Oysa, Eyüp semti, çok uzun yıllara dayanan dini önemiyle başlı başına büyük bir turizm merkezi yapılabilirdi. Bugün yalnızca adı kalan "Oyuncakcılar Çarşısı" bile o semti zengin etmeye yeterdi.
Eyüp semtine çeşitli yollardan gidebilirsiniz. Karayolu dışında eğer karşıyakadan(Pera'dan değil) Kadıköy ya da Üsküdar'dan Eyüp'e gidecekseniz, mutlaka Üsküdar'dan kalkan İDO'nun motorlarına binin. Üsküdar'ın o güzelim tarihi camileri, abidevi çeşmesi ve bugün Üsküdar-Kabataş iskelesi olan o güzelim küçücük iskelesi sizi el sallayarak uğurlarken, motorunuz usul usul Karaköy iskelesine doğru yol alır. Şemsi Paşa Camisi'ni biraz geçince karşınıza Kız Kulesi çıkar. Nice efsaneye neden olmuş Kız Kulesi'nin bugünki kullanım amacını sakın öğrenmeyin, zevkiniz kaçmasın. Siz biraz ilerde Boğaziçi'ne bir gemi gibi dalan tarihi yarımadaya bakın. Orada ve o burunda yüzünü Doğu'ya çevirmiş ve o ünlü sözünü edermişcesine Mustafa Kemal Atatürk'ün dikilen ilk heykelini göreceksiniz. Ne diyor büyük önder: "Doğu'da emperyalistlerin sömürgesi kalmış ülkelerin kurtulacaklarını ve doğudan parlayan bir güneş gibi doğacaklarını hissediyorum"
Biraz arkada Topkapı Sarayı'nı göreceksiniz. İstanbul'a ilk kez gelenler ya da İstanbul'da olup da Topkapı Saray'ını görmeyenler (ve onu Topkapı'da sanıp Allahtan düzeltmenler tarafından farkına varılıp önemli bir kişinin danışmanlığını yapan muhteremin cahilliğini kitap -hâlâ- basılmadan örttüler) sanırlar ki devasa bir saray göreceğiz. Süslü, oymalı, şatafatlı... "İşte Topkapı Sarayı" denildiğinde ise o ilk görenler şaşkınlığa düşer. Çünkü Sarayburnu üzerinde duran ve yeşillikler arasında kendini gizleyen diğer saraylara oranla "gecekondu" gibi duran şey yüzyıllarca Osmanlı Padişahlarına ev sahipliği yapmış yerdir.
Motorunuz Karaköy İskelesi'ne yanaşırken arkanızda ve karşı kıyıda Sepetçiler Kasrı'nı görürsünüz. Genişaçıda baktığınızda, Ayasofya'nın dünyaca ünlü kubbesini, onun arkasında dünyada yedi minareli camiden sonra gelen altı minareli Sultanahmet Camisi'ni görebilirsiniz. İkisi arasında kalan kubbe ise Aya İrini kilisesidir. Bakış açınıza göre sağa gözlerinizi kaydırdığınızda Yeni Cami ve yukarıda Beyazıt Kulesi'ni görebilirsiniz.
Motorunuz köprü altından geçtiğinde artık Haliç'tesinizdir. Eminönü, Kasımpaşa, Fener, Balat, Ayvansaray, Sütlüce semtlerinden adını alan sağlı sollu küçücük, şirin iskelelere uğradıktan sonra son iskele Eyüp'tür. Eyüp iskelesinde indiğinizde karşı tepelerde Piyer Loti'yi görebilirsiniz. İskeleden karşıya geçtiğinizde tarihi Eyüp semtine "hoşgeldiniz" demektir.
Eyüp semti, adını Ebu Eyyûb Ensari'den almaktadır. Zaten, küçük motordan Eyüp'e indiğinizde mistik bir dokuyla karşı karşıya kaldığınızı anlayacaksınız.
Ebu Eyyûb Ensari, İslâm dininin Peygamberi Hazret-i Muhammed'in sancaktarı olmakla birlikte yakın arkadaşıdır da. İstanbul, Bizanslıların elindeyken, çok kez kuşatılmıştır ancak muazzam surlar ve doğal korunak Haliç nedeniyle ele geçirelememiştir. İşte, Ebu Eyyûb Ensari de bu kuşatmalardan birine katılmış kişidir. 674-78 yılları arasında İstanbul önlerine gelen Arap ordularının saflarında savaşırken şehit edilmiştir. (Burada şehit sözcüğünü biraz irdelemek gerekiyor. Çünkü Bizans İmparatorluğu kendi sınırları içinde otururken, Arap ordusunun kuşatmasına ve tacizine uğramıştır. Her saldırıya uğrayan canlı gibi Bizans da kendisini korumak zorunda kalmıştır. Bu sıra Eyyûb öldürülmüştür. Savaşta şehitlik vatanınızı korurken ölmenizdir. Ama burada vatanınızı korumak söz konusu değildir. Tam tersi, bir başkasının vatanına saldırırken ölmüştür. O halde Ebu Eyyûb Ensari'nin şehitliği söz konu değildir.)
Arap orduları 674-78 yılları arasında geldikleri bu topraklarda başarı sağlayamayınca kuşatmayı kaldırmışlardır. Ancak, Peygamberlerinin arkadaşı ve sancaktarı olan Ebu Eyyûb Ensari'yi bu topraklara gömmüşler ve Bizans ileri gelenleriyle bir anlaşma yaparak bu kişinin önemini anlatmışlar, mezarının korunmasını istemişlerdir. Nitekim, Bizanlılar da bu isteğe uymuşlar ve İstanbul, Sultan II. Mehmet tarafından alınıncaya kadar bu mezarı ortadan kaldırmamışlar, onu korumuşlardır.
Ancak, II. Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra çeşitli efsaneler yaratılmış ve Ebu Eyyûb Ensari'nin mezarının, II. Mehmet'in hocalarından Akşemseddin tarafından bulunduğu söylenmiştir. Söylentiye göre Akşemseddin mezarın yerini rüyasında görmüş ve burayı kazdırdığında Ebu Eyyûb Ensari'nin bozulmamış cesedini bulmuştur.
İşte, bugün Eyüp dediğimiz semte adını veren kişi budur.
Fakat, her zaman sur dışında kalsa da Eyüp semti İslâm alemi için kutsal sayılmıştır. Yerli ve yabancı her turistin mutlaka görmek istediği bu semte İstanbul halkı da çok çeşitli nedenlerden dolayı gelmektedir. Hacca gitmeden önce hacı adaylarının önce Eyüp Sultan türbesini gezmesi ve dua etmesi, sonra Konya'da bulunan Mevlâna türbesini ziyaret etmesi alışkanlık olmuştur. Yeni evlenen çiftlerin de "Telli Baba"dan çok daha fazla Eyüp Sultan türbesini ziyaret ettiği görülmektedir. Sünnet edilecek çocukların da burayı ziyaretleri kaçınılmazdır. Sonra, her hangi bir konuda zor duruma düşen, hastalanan, ruhsal bunalıma düşen insanlar da bu türbeyi ziyaret edip, şifa elde etmeye ve ruhlarını dinlendirmeye çalıştıkları olmaktadır.
Eyüp semtinde bulunan tarihi mezar taşları da çok önemlidir. Hemen hepsi birer tarihi belge ve yazı sanatının şahaserleri olan bu mezarları da ziyaret etmek estetik görüşümüzü zenginleştirecektir. Üstelik, Osmanlı toplumunun ileri gelenlerinin, bu dünyada da öbür dünyada da mekâna verdikleri önem ortaya çıkacaktır. Çünkü, sonradan değiştirilmesine rağmen, bu mezarların çoğu küçük konutlar biçimindeydi.
Bir zamanlar bir de oyuncakçıları vardı Eyüb'ün. Artık hiç biri yok. Oraya gittiğinizde göreceksiniz, ışıklı bir tak yapılmış üzerinde de "Oyuncakcılar Çarşısı" yazıyor. Ama, oyuncaklar yok. El yapısı, ahşap ya da toprak oyuncakları orta yaşlı İstanbul sevdalıları anımsamaz mı? Ahşaptan, tek tekerlekli elarabası, pişmiş topraktan yapılmış küçük darbuka ya da yine pişmiş topraktan yapılmış düdüklü testiler... Kız çocuklarına el yapımı bebekler.
Bir de Eyüp Sultan Camisi'nin karşısında tarihi paça çorbacıları vardı. Artık onlar da yok. Hepsi ya pastane, ya dönerci, ya dondurmacı ya da bilmem ne burgerci olmuşlar. İstanbul yalnız oyuncaklarını, görüntüsünü, tarihi dokusunu yitirmiyor; ağız tadını da yitiriyor. Bunları da bir başka yazıda anlatırız.
Eyüp semti pek fazla zengin olmayan ama pek fazla da yoksul olmayan insanların oturduğu şirin bir yer. Ancak, İstanbul'un bir çok semtine göç eden diğer insanlar gibi, geldikleri yerlerin yaşam tarzlarından kurtulamamışlar. Bir de semtin mistik havasından etkilenmiş olacaklar ki, yirmi birinci yüzyılda hâlâ çeşitli tarikatların şemsiyesi altında çarşafla, tesettürle dolaşan, ezik kadınların yanında; çember sakallarıyla, ayaklarında bol pantolon ya da şalvarlarıyla, cübbeleriyle, ellerinde tesbihleriyle ve başlarında takkeleriyle dolaşan erkekler semti doldurmuş. Kadınların ürkek ve çekingen bazen de çarşaf ya da tesettür altından "şuh" bakışlarının ve gülüşlerinin yansıdığı semtte, az önce giyimlerini tarif ettiğim erkeklerin hemen hepsinde "nefretli" bir "kara" bakış var.
Hazır bu semte gelmişken isterseniz taksiyle arka yoldan, isterseniz mezarlıkların yanından dik ve uzun merdivenlerden, isterseniz yeni yapılan teleferikle Piyer Loti kahvesine de mutlaka uğrayın. 1980'li yıllarda temizlenmeye başlanan, fakat bugün bile yer yer hoş olamayan kokuların salındığı Haliç'i ve İstanbul'u belki de bir çay molası kadarcık, bir de buradan izleyin.
Eyüp'den dönerken İstanbul üzerine anılarınızda anlatacak mutlaka çok şey kalacaktır. Artık bir yaz gününün alacakaranlığıdır. Az sonra İstanbul karanlığa gömülecektir. Eyüp Camisi'nin ışıkları ortalığı aydınlatırken, meydanda bulunan havuzun fıskıyelerinden göğe fışkıran sular, ışıkla dansını sürdürecektir. Gündüz vakti yem attığınız Eyüp'ün güvercinleri yavaş yavaş yuvalarına dönmeye başlamışlardır.
Yalnız bu semtten ayrılırken, bu semtin önemine önem kapan ve Eyüplü olarak bilenen bir çok yazar, çizer, besteci, müzisyen, bilimadamı olduğunu unutmayalım. İstanbul'un bu tarihi semti bu bakımdan da çok zengindir.
Tıpkı tarihi zenginliği olduğu gibi.